Devlet, Öcalan ile neden görüşüyor? PDF Drucken E-Mail
Geschrieben von: Erkiner   
Samstag, den 21. Mai 2011 um 19:20 Uhr

Engin Erkiner: Soru “ne görüşüyor” değil, “neden görüşüyor”?

Ne görüşüldüğü belli: çözüm aranıyor.

Ortada garip bir durum var:

Kürtlerin hem görece uzun vadeli (demokratik bir Anayasa, demokratik özerklik) hem de kısa vadeli (KCK tutuklularının serbest bırakılması, operasyonların durdurulması, seçim barajının kaldırılması, Kürtçenin serbestçe kullanılması) talepleri belli…

Bu talepler defalarca açıklandı…

Gizli herhangi bir yanları bulunmuyor, muğlak da değiller…

Bu talepler üzerine aylarca süren görüşmelere hiç gerek yok… Devlet ve bu görüşmelerin bilgisi ve onayı dahilinde yapıldığı hükümet sorunu çözmek yanlısı değildir.

Devlet ve hükümet sorunun çözümünden yana olsaydı şöyle davranırdı:

Çözüm önce kısa vadeli ve uzun vadeli olmak üzere ikiye ayrılırdı.

Operasyonların durdurulması, Kürtçe üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması, KCK tutuklularının durumunun görüşülmesi için yeni Anayasa hazırlanmasına gerek yok; bu konuda hemen adımlar atılabilir.

Kısa vadeli çözümler doğrultusunda birkaç adım atılır ve bunlar uygulamaya konulur.

Bu adımlar daha uzun vadeli çözüm için gerekli olan karşılıklı güven ortamını yaratır.

Böyle bir ortam oluşturulduktan sonra çetrefilli denilebilecek sorunların çözümü için daha rahat müzakere yürütülebilir.

Sorunu çözmeye niyeti olan tarafın klasik davranış tarzı budur.

Kürt tarafının kısa ve uzun vadeli talepleri bellidir, başka bir deyişle çözüm için tutumunu belirlemesi gereken devlet ve hükümettir.

Aylardan beri süren görüşmelerden elde edilen somut hiçbir sonuç yoksa, devlet ve hükümetin başka niyetleri bulunduğunu açıkça belirtmek gerekir.

Hükümet ve devlet yeni operasyonlarla, sürekli tutuklamalarla, büyük yerleşim birimlerinde Kürtlere yönelik sürekli saldırılarla olayları tırmandırıyorlar.

Çözüm yanlısı olanlar, “açılım”ı sürdürmek isteyenler böyle davranmayacaklarına göre, hükümetin bilgisi dahilinde devlet neden aylardan beri Öcalan ile görüşme yapıyor?

Biraz geriye, AKP “açılım”ının hızlı dönemlerine gidelim.

Hükümetin Kürt politikasında belirgin bir değişim gerçekleşti ve Öcalan ile yapılan görüşmeler de bu değişimin sonucudur.

Burada hemen “hükümetin Kürt politikasında fazla bir şey değişmedi” itirazı yapılabilir.

Bu itirazın temelinde, değişim’den mutlaka olumlu değişimi anlamak yatar.

Değişim, var olan konumdan uzaklaşılmasını ifade eder.

Politika yönünden ele alınırsa, değişim, o güne kadar izlenen politikanın değiştirilmesi demektir.

Hangi yönde ve hangi oranda değişim olduğu konusunda herhangi bir bilgi vermez.

Hükümet ve devlet, Kürt politikasının toptan inkar temelinde yürütülemeyeceğini gördü ve Kürtlerle diyaloga yöneldi.

Diyalog, ilişki kurmak demektir. “Biz teröristlerle görüşmeyiz, terörist başını muhatap almayız” politikasından vazgeçmek demektir.

Burada yine dikkat etmek gerekir: politika değişmiştir ama bunun ne oranda iyiye ya da kötüye yönelik bir değişiklik olduğu henüz belli değildir.

Yıllardan beri reddedilen ya da en fazla “Kürtler vardır” düzeyinde kabul edilen bir konuda yapılan politika değişikliğini kendi başına ele almamak, başka tarihsel örneklere bakmak gerekir.

Yakın tarihte en bilinen örnek, Batı Almanya olarak da bilinen Federal Almanya Cumhuriyeti (FAC) ile Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) arasındaki ilişkilerdir.

FAC yönetimleri yıllarca DAC adlı bir ülkenin varlığını tanımayı reddettiler, ama bu politikalarıyla herhangi bir sonuca ulaşamadılar.

1960’lı yılların sonlarında sosyal-demokratların ön planda rol oynadığı “Doğu’ya açılım” politikası başlatıldı: DAC diplomatik olarak tanındı, ilişkiler geliştirildi.

Bu politikanın ideolojik mimarı olan Egon Bahr, yıllar sonra değişimdeki amaçlarını yaklaşık şu sözlerle açıklayacaktı:

“Onları reddederek bir şey yapamayacaktık. İlişki kurarak onları dışarıya açmayı ve bu yoldan kendimizi onlara kabul ettirmeyi seçtik.”

FAC’nin DAC’yi reddetmekten vazgeçerek tanıması ve ilişkisini geliştirmesi kendi başına olumlu bir gelişmedir. Ne ki, bu gelişmenin arkasındaki amaç, bilinen hedefe (DAC’nin dağıtılması) başka yollardan ulaşmak içindir.

Hedef değişmemiş, hedefe giden yolda değişiklik yapılmıştır.

Benzer bir politika değişikliğini AKP için de söylemek mümkündür.

Hedef değişmemiştir.

Hedef, son Kürt isyanının bastırılması, Kürt halkına devlet politikasının yeniden kabul ettirilmesidir.

1984’ten beri 27 yıldır süren savaş, Kürtlere Cumhuriyet’in önceki yıllarında olduğu gibi toptan inkar temelinde yaklaşmayı imkansız kılıyor.

Bunun yerine Kürt varlığının tanınması, Kürtlerin bireysel haklarının kabul edilmesi getirilmeye çalışılıyor.

Başka bir deyişle çözümden yana olan AKP, Kürt halkına kendi çözümünü dayatmaya çalışıyor.

Öcalan ile yürütülen görüşmeleri bu temel üzerinde değerlendirmek gerekir.

Devletin Öcalan ile görüştüğünün kabul edilmesi Kürt halkında önce büyük bir ferahlama yarattı.

Devlet ve dolayısıyla hükümet, Kürt halkını onun önderinin şahsında muhatap alıyordu.

İyimser beklentiler arttı, potansiyel düştü.

Buna karşın aylardan beri olumlu bir gelişme görülmedi; ne operasyonlar ne de tutuklamalar sona ermedi.

Öcalan ile görüşen kadro içinde –en azından başlangıçta- yer alan bir kişi, hükümetin niyetini açık olarak ortaya koyuyordu:

Profesör Vamik Volkan’ın Öcalan ile görüşmede ne işi vardı?

Vamik Volkan kitle psikolojisi uzmanıdır. Bölgesel çatışmalarda ve iç savaşlarda psikolojinin önemli rol oynadığını savunur, İsrail-Filistin başta olmak üzere değişik barış görüşmelerine gözlemci olarak katılmıştır.

Blutgrenzen adlı kitabında Abdullah Öcalan’ı konu alan uzun bir psikolojik çözümleme yer alır.

Vamik Volkan, Abdullah Öcalan’ın psikolojisini gözlemlemek, ardından da hükümete ve devlete tavsiyelerde bulunmak üzere heyette yer almış olsa gerektir.

Öcalan ile görüşmelerin gizli tutulmaması, en azından kabul edilmesi görüşünün bile Vamik Volkan’dan kaynaklanıyor olması mümkündür.

Amaç, “iyi gelişmeler olacak” görüşünü yaymak, olumlu beklentiler yaratmak ve seçim öncesi kritik dönemde zaman kazanmaktır.

AKP, 12 Haziran seçimini 367 milletvekilliği kazanarak ya da Anayasa’yı tek başına değiştirebilecek çoğunluğa ulaşarak geride bırakabilirse, yeni güçler dengesi üzerinde politikasını yeniden belirleyecektir.

Daha güçlü bir AKP’nin politikasının daha saldırgan bir politika olacağından hiç kuşkunuz olmasın.

Bunların çözüm gibi bir niyeti bulunmuyor.

Söylenenlere değil de yapılanlara bakarak karar vereceksek eğer, böyle bir niyetleri bulunmuyor.

 

 

 

Zuletzt aktualisiert am Samstag, den 21. Mai 2011 um 19:22 Uhr