Açlık grevlerinin ardından... PDF Drucken E-Mail
Geschrieben von: Erkiner   
Dienstag, den 20. November 2012 um 19:06 Uhr

Engin Erkiner: Açlık grevleri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin –bu yönde açıklama yapılmamış olsa bile- kaldırılması ve mahkemede Kürtçe savunma yapmanın önündeki engellerin –yeterince olmasa bile- kaldırılması ardından, Öcalan’ın yaptığı çağrıyla son buldu.

Açlık grevleri sadece Türkiye ve Kürdistan’da değil, bu iki halktan insanların yaşadığı başka ülkelerde de dayanışma eylemleri, protestolar ve değişik parti ve kurumların yaptığı AKP hükümetine yönelik  “isteklerin dikkate alınması” çağrılarıyla geniş bir kesim tarafından duyuldu ve desteklendi. AKP açlık grevinin kararlılıkla sürdürüleceğini, dışarıdan da katılımlar olacağını ve çok sayıda ülkede konunun gündeme geleceğini beklemiyordu. Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit ile anadilde savunma hakkı ve Kürtçe eğitim konularının duyulmadığı ülke kalmadı denilebilir. Sağcı basın organları bile konuya sayfalarında yer verdi ve AKP hükümetinin kendilerince anlaşılmaz tutumunu eleştirdi.

 

“Paran varsa çevirmen tutar anadilinde savunma yaparsın” gibi bir garipliği hiç anlamayacaklar ve herhalde şöyle düşüneceklerdir:

 

Neoliberalizmin en geçerli tanımı, insan hayatının her yönünün paraya çevrilmesidir.

AKP mahkemede çevirmenliği bile paralı yapmaya çalışarak dünyada örneği bulunmayan bir adımı atmaktadır.

Mahkemedeki çevirmenin parasını yargılanan kişinin ödemesi şimdiye kadar görülmemişti. Bu konudaki tasarı yasalaşırsa çok sayıda ülkede hayret ve alay konusu olacağı şimdiden söylenebilir.

 

Açlık grevine katılanlar ve destek olanlar yönünden bakılacak olursa...

 

Sadece bizdeki değil başka ülkelerdeki sol örgütlerin de önemli bir sorunu vardır: başarısızlıklarını değerlendirirler, gerekirse özeleştiri yaparlar, ama aynı titizliği kazanılan başarılar konusunda göstermezler.

 

Başarılı olunmuştur ama her başarı içinde eksikleri de barındırır. Bunlar nelerdir, genellikle dikkate alınmaz.

 

Başarı hangi koşullarda sağlanmıştır, genellikle değerlendirilmez.

 

Bu durum, gelecekte farklı koşullarda da aynı tip eylemin başarılı olacağı gibi bir düşünceye kolayca yol açar. Ve başarılı eskiyi taklit etmek de bu kez başarısızlık getirir.

 

Sadece hatalar üzerinde düşünmek ama başarı üzerinde düşünmemek solun kolayca aşamadığı zaaflardan bir tanesidir.

 

Gerçekte ise başarı üzerinde düşünmek de en az başarısızlık üzerinde yapılan değerlendirmeler kadar öğreticidir.

 

Açlık grevi sonunda elde edilen kazanımlar konusunda ise Necmettin Erbakan’ı hatırlamakta yarar vardır. Bilindiği gibi AKP’nin kadroları genellikle Erbakan’ın tedrisatından geçmiş kişilerinden oluşmaktadır.

 

Erbakan sazlık gibiydi: rüzgar sert esince yatar, sonra yeniden kalkar ve sanki bir şey olmamış gibi devam etmeye çalışırdı.

 

 Başka bir deyişle belirli bir güçler dengesi ortamında geri adım atmak, değişildiği anlamına gelmez. Şimdiye kadar sürdürülen politikanın aynısı sürdürülecek ve verilen ödünler de ortam değişirse geri alınmaya çalışılacaktır.

 

Gerekçe ararsanız, bulursunuz. Hangi gerekçenin bulunacağını ise güçler dengesi belirler.

 

Yeni bir yumuşama dönemi başlar mı?

 

Açıkçası zor görünüyor.

 

Hükümet bir ileri bir çapraz ve mümkünse bir geri gibi yeni çeşit Mehter Marşı adımlarıyla devam edecek görünüyor.

 

Bu ülkede yıllardan beri ne yazık ki her şey ancak direnerek alınabiliyor. Direniş bazen zorlu ve uzun sürebiliyor, ek olarak kazanımların geri alınmayacağının garantisi de bulunmuyor.

 

Herhangi bir istekle ilgili yasal düzenleme yapılsa bile, bu o yasanın uygulanacağı anlamına gelmiyor. Yasa çıkar ama nasıl uygulanacağı kararnamelerle belirlenir ya da yürütme ve yargı gücüne öyle yetkiler tanınır ki, yasa istenildiği anda uygulanamaz duruma getirilir.

 

Mahkemede Kürtçe savunmaya olanak tanıyan yasa taslağı bunun son örneğidir. İnisiyatif duruşma hakimine verilmektedir. Hakim davanın hızlı yürütülmesi için uygun görmezse mahkemede anadilde savunma hakkını uygulamayabilir.

 

Uygulamanın tek garantisi yargılananların sergileyeceği direniş ve dışarıdan bu direnişe yapılan destek olacaktır.

 

Başka bir deyişle bu aslında tanınmamış, tanınmak zorunda kalınmış ve fırsat bulunursa uygulanmayacak bir haktır.

 

AKP için bunlar başarılı olunamadığı için şimdilik ön planda tutulmaması gereken konulardır. Bunun yerine dış politikada iyice yıpranmış prestij yeni çıkışlarla kurtarmaya çalışıyor. Başarılı olunabilirse eğer, oradaki başarı iç politikada baskı unsuru olarak kullanılacaktır.

 

Bazen içerde bazen dışarıda sürekli kısa vadeli başarı elde etme çabalarına girip, sorunları çözüyormuş gibi görünüp, ama kayda değer bir adım da atmayıp, kargaşa içinde işini yürütme politikasından ne zaman vazgeçecekler, bu yolun çıkmaz olduğunu ne zaman görecekler; açıkçası ben de bilmiyorum.

 

İnsanlar artan sayıda bu savaştan, ölüm haberlerinden bıkmış durumdalar. Sorunun bir şekilde artık çözülmesini istiyorlar. En başta çatışmanın durmasını istiyorlar.

 

AKP gittikçe artan bu basınca bakalım daha ne kadar dayanabilecek?

 

Umutlu ama çok da dikkatli olmak gerek…