SOL PARTİ, KÜRTLER VE TÜRKLER (2) Drucken
Geschrieben von: Erkiner   
Mittwoch, den 24. November 2010 um 21:30 Uhr

Engin Erkiner: Göçmenlik de tıpkı sol gibi genel bir terimdir. Hangi göçmenlik diye sorulması gerekir. Göçmenin sadece milliyeti değil, hangi sosyal kesime ait olduğu da önemlidir. Bu açıdan bakıldığında Almanya’daki –öteki ülkeleri yakından bilmiyorum ama muhtemelen bu ülkelerde de aynı özellik söz konusudur- Kürt ve Türk göçmenler arasında belirgin farklılıklar olduğu görülür. Bu farklılık sadece Almanya açısından değil, Türkiye dışındaki bütün Kürt ve Türk göçmenler için önemlidir. Zira Türkiye dışındaki göçmenlerin –ister bulundukları ülkenin vatandaşı olsunlar ister olmasınlar- yaklaşık yüzde 60’ı Almanya’da yaşamaktadır. Kesin sayı vermek zor olmakla birlikte Almanya’da Kürt göçmenlerin sayısı Türklere göre daha azdır. Ek olarak, Türkler göçmenlikte büyük oranda daha eskidirler.

Buradan hemen şu sonuca varılabilir:

Birinci göçmen kuşağının tecrübeleri Kürtlerden çok daha fazla Türkleri etkilemiştir.

Bu göçmen kuşağı emekli oldu ve bir bölümü de artık yaşamıyor. Onların deneyimleri kendilerinden sonra gelen kuşakları da etkilemiştir.

Bu deneyimin önde gelen özelliklerinden bir tanesi, sınıf atlama özlemidir.

Büyük oranda Türklerden oluşan ilk işçi kuşağı fiili olarak işçiydi ve üstelik kötü işlerde çalışıyordu ama zihinsel olarak böyle değildi. Onun asıl amacı Almanya’da kazanacağı parayla Türkiye’de sınıf atlamaktı.

Bu insanları üretimdeki yerlerine göre “işçi sınıfının bir parçası” olarak değerlendirmek doğru olabilir, ama zihinsel yapı olarak bu durumdan çok uzaktılar.

Bu nedenle, 1970’li yıllarda Türkiye’deki ileri politikleşme Almanya’ya daha düşük oranda yansıdı.

Göçmenlerin ikinci özelliği, ülkelerindeki kitleye göre daha gerici olmalarıdır. Daha zor değişirler, ülkelerinden getirdikleri değerlere fazlasıyla bağlıdırlar. Bu özellik hangi ülkeden gelirse gelsin bütün göçmenler için geçerlidir.

Bu nedenle –bazı Avrupa sosyalistlerinin yaptığı gibi- göçmenlerde özel bir devrimci potansiyel aramak yanlıştır. Kendini kabul ettirme, topluma girme mücadelesinden sola yönelme çıkmaz ya da oldukça düşük oranda çıkar.

Almanya’da Türkiye kökenli göçmenlere işsizlik, yoksulluk, ırkçılık temeli üzerinde yaklaştığınızda fazla ileriye gidemezsiniz.

Türk kökenli Alman vatandaşlarının büyük bölümü SPD ve Yeşiller’i desteklerken, Sol Parti’ye yönelik seçmen desteği Hıristiyan Demokratlar’a verilen destekle neredeyse aynıdır.

Türkiye’de Türk solunun kötü durumu Almanya’yı etkiliyor. Ek olarak, Türk solunun Almanya’da ayrı bir kanal açabilecek, bu ülkeye özgü bir çizgi tutturabilecek kapasitesi de bulunmuyor.

Almanya’daki Kürtlerin konumu ise birkaç yönden farklıdır:

Birincisi: Oldukça politik bir kitle söz konusudur. Sadece Kürdistan’daki değil, değişik ülkelere yayılmış Kürtlerdeki politikleşme Almanya için de söz konusudur.

Son beş yılda Almanya’daki Kürtlerde açık bir sola yöneliş de görülüyor.

Sol Parti’de politika yapmaya başlamaları da bu nedenledir.

İkincisi: Politize olmuş bir kitleye yoksulluk ve ırkçılık temelinde yaklaşmak ya da yaklaşımın ana yönünü bu çerçevede belirlemek yanlıştır.

Sol Parti’ye özellikle batı eyaletlerinde çok sayıda sosyal demokratın katılması, bu partide göçmenler için yoksulluk ve ırkçılığın belirleyici faktörler olduğu yanılgısını güçlendirmiştir.

Sosyal demokratlar, Yeşiller’e göre göçmenleri daha az tanıyorlar ve klasik işçi sınıfı, emekçi kitleler teorisiyle bu kesime yaklaşabileceklerini sanıyorlar.

Şimdiye kadarki çaba başarısızlıktan başka sonuç vermemiştir.

Kürtlerin başka bir yol tutmaları gerekir.

Üçüncüsü: Kürt göçmeni karakterize eden sadece yaşam koşullarının zorluğu, ırkçılıkla karşılaşmak ve dışlanma değildir. Bunlardan daha önemli olarak özgürlük ve demokratiklik gelir.

“Demokratik İşçi Dernekleri” bu tür konulardan anlamazlar. Bu nedenle de yoksulluk, ırkçılık ve dışlanma kavramlarının dışına çıkamazlar. Bu konularda da genellikle “ağlayan göçmen politikası” olarak adlandırılabilecek sürekli şikayetçi olmanın ötesine geçemezler.

Bu anlayışın Türkiye’deki karşılığı, Kürt sorununun sonuçta sınıfsal bir sorun olarak görülmesidir. Bu anlayışa göre, Kürt ve Türk işçisi kardeştir ve asıl önemli olan hangi sınıfa ait olunduğudur.

Hayır, böyle değildir!

Kürt halkının asıl mücadelesi demokratikleşme, özgürleşme eksenlidir. Sınıfsal sorun bu eksenin bileşenlerinden bir tanesidir.

Önceki anlayışa göre ise bunun tersi geçerlidir.

Aynı anlayış Almanya’da neden uygulanmasın?

Burada söz konusu olan, Kürdistan’daki mücadeleyi buraya taşımak değildir. İki ülke birbirinden oldukça farklı olduğu için böyle bir çaba hem yanlıştır hem de sonuçsuz kalmaya mahkumdur.

Almanya’nın da önemli bir özgürlük ve demokrasi mücadelesine ihtiyacı vardır.

Bu mücadelenin talepleri Kürdistan’dakinden farklı olacaktır, ama ana eksen değişmeden kalacaktır.

Bu ülkedeki özgürlük ve demokratikleşme mücadelesi için öğrenilmesi gereken çok şey var.

Bu mücadele sadece Kürtlerle ya da genel olarak göçmenlerle sınırlı bir mücadele de değildir. Almanya toplumunun genelini ilgilendiren bir mücadeledir.

İlk yapılacak iş, yaşanılan alanı daha iyi öğrenmeye başlamak ve “yoksulluk, ırkçılık” söyleminin dışına çıkmaktır.

Bu söylem, iyi Almanca konuşsa, Almanya vatandaşı olsa ve şu veya bu Alman örgütüne üye olsa bile, göçmeni sonuçta yine göçmen olarak bırakır. Bu toplumun kenarında bırakır.

Stuttgart’taki olaylar Almanya toplumunda demokratikleşmeye duyulan özlemi yeniden ortaya çıkardı. Arabulucu olarak görevlendirilen Geissler bunu kısaca açıklamıştı:

“Halka sormadan büyük projelere girişme dönemi sona ermiştir.”

Yeşiller bu anlayışa sahip çıkarak yükselişlerini sürdürdüler.

Bu eyalette ağırlıkla sendikacılardan ve SPD’den ayrılmış sol sosyal demokratlardan oluşan Sol Parti ise durumu her şey olup bittikten sonra anlayabildi.

Sürekli zikzak çizen Yeşiller’in bu anlayışı ileriye götürmesi mümkün görünmüyor.

Umut yine öncelikle solda ve özgürlük ve demokratikleşme mücadelesini farklı koşullarda sürdürmeye görece daha yatkın olanlardadır.