78'den kurtulmak... Drucken
Geschrieben von: Erkiner   
Sonntag, den 09. Januar 2011 um 10:57 Uhr

Engin ErkinerDemokratik özerklik projesi somutlaştığı oranda Türklerdeki muhatabını gittikçe daha fazla arıyor.

Arıyor ve bulamıyor. Bulamamaktan kastedilen, muhatabın hiç olmaması değildir. Türk solunun bir bölümü demokratik özerklik projesini destekliyor. Ne ki, oldukça zayıflar.

Türk solunun milliyetçi olmayan kesimi neden bu kadar zayıftır? Milliyetçi sol da güçlü değil, ama onun zayıflığının nedenleri ilgimiz dışında kalıyor.

Bir açıklamaya göre, solun önemli sorunları vardır ve bu sorunlar çerçevesinde bitmez tükenmez bir kavga sürmektedir.

Bu açıklama zayıflığın nedeni olamaz.

Hangi ülkede solun önemli sorunları yok ve bu sorunlar çerçevesinde yıllardan beri sürekli tartışma yürütülmüyor?

Almanya solu örnek olarak verilebilir.

Almanya Komünist Partisi (oy oranı yüzde 0.1) içinde üç grup bulunuyor.

Sol Parti (oy oranı yüzde 10) içinde birkaç tane platform ve bunlar arasında da sürekli tartışma var.

Yeni bir dünya kurmak iddiasıyla ortaya çıkmak büyük bir projedir. Bu nedenle, hangi ülkede olursa olsun, solun içinde hiç bitmeyen bir tartışma olacaktır.

Önemli olan tartışırken bir arada durabilmek, birlikte iş yapabilmektir.

Türkler arasında sol hareketin zayıf olmasının değişik nedenleri bulunmakla birlikte, önde gelen neden, 78’den kurtulamamaktır.

78’den kastedilen, 1974-1980 dönemidir.

Bu dönemde ilk kez değişik sol örgütler içinde yer alanlara “78 kuşağı” da deniliyor.

Bu nedenle, bu döneme, 78 adını vermek yanlış sayılmaz.

Bu dönemde, sol hareket, ülkenin her yanında tarihi boyunca yaşamadığı bir kitleselliğe ulaştı. Bazı mahallelere ek olarak köyler, ilçeler bile devrimcilerin denetimine girmişti.

Ardından 12 Eylül faşist darbesi geldi ve devrimci hareket yenildi.

Aslında yenilgi kelimesini kullanmak doğru değildir.

Direnirsiniz ve yenilebilirsiniz. Her direnme başarıyla sonuçlanmaz, yenilebilirsiniz de.

12 Eylül 1980 sonrasında yenilinmedi, çünkü kayda değer bir direniş gösterilemedi.

Bu nedenle, yenilgiden ziyade bozgundan söz etmek doğru olur.

Sol hareket, ülke çapında genel bir bozguna uğradı.

Herkes yenildi!

Cezaevlerindeki direniş, dışarıda yoktu.

1980-1983 yılları arasında öncelikle Diyarbakır ve Mamak cezaevlerinde gösterilen direnişin uygun karşılığı dışarıda yoktu.

PKK, 15 Ağustos 1984 atılımıyla diriliş ya da yeniden doğuş yaşadı, ama benzeri bir durum ne diğer Kürt örgütlerinde ne de Türk solunda yaşanmadı.

12 Eylül 1980’den sonra yaşanılan bozgun yıllarca ve ısrarla gerçeğe uygun olmayan bir tarzda değerlendirildi.

Bu değerlendirmeye göre; 12 Eylül öncesinde hatalar kaçınılmaz olarak vardı, ama büyük bir kitlesellik de vardı. Devrim için büyük özveriler, verilen hayatlar vardı.

Bunlar kuşkusuz vardı ve değerlendirme bu kadarla yetiniyordu.

12 Eylül öncesindeki solda –hatalar olmakla birlikte- genelde iyi bir mücadele var idiyse, o zaman bu bozgun neden yaşanmıştı?

12 Eylül sonrasındaki bozgunun kökleri kaçınılmaz olarak öncesinde yatıyordu.

Yenilgi kaçınılmaz olarak kabul ediliyordu ve zaten durum ortadaydı. Ne ki, bu yenilginin gerçek nedenlerini araştırmak yerine, 12 Eylül öncesine yönelik ajitasyon ve kahramanlık edebiyatı ağır basıyordu.

Aradan uzun bir süre geçtikten sonra, bu anlayıştan –o da yavaş yavaş- kurtulmaya başlandığından söz edilebilir.

12 Eylül sonrasında büyük bir bozgun yaşandıysa, bunun nedenleri öncesinde aranmalıdır.

 

1984’TE NE OLMUŞTU?

1984 atılımı ancak önceki dönem değerlendirilip kapatılarak mümkün olabilirdi.

Kuşkusuz yeni bir dönem birdenbire başlamaz. Eskiden arınmak için önemli bir mücadele verilmesi gerekir. Ancak bunun olabilmesi için önce eskinin kapatılmasının kararının verilmesi gerekiyordu.

Öteki kesimde bir türlü yapılamayan budur.

1974-1980 döneminin sürekli övgüsü bu dönemden bir türlü çıkamamanın asıl nedenidir.

1974-1980 dönemi büyük bir trajedidir.

Büyük özveriler yaşandı, önemli bir mücadele verildi, bu mücadelede çok sayıda devrimci hayatını kaybetti, ama bu mücadele büyük zaaflarla birlikteydi.

Bu dönem o kadar güzel olsaydı, 12 Eylül sonrasındaki bozgunun yaşanmaması gerekirdi. En azından kitleselliğinize uygun bir direniş gösterir ve yenilirdiniz.

12 Mart 1971 döneminden büyük bir moralle çıkılmıştı. Devrimci hareket yenilmişti, ama savaşarak yenilmişti.

Aynı durum 12 Eylül sonrasında yaşanmadı.

Bu yazıda söz konusu zaaflara girmeyeceğim. Ne ki, görmek isteyenler için bu zaaflar ortadadır, hiç birisi gizli değildir.

Büyük mücadele verildi, büyük özveri gösterildi ve 12 Eylül’de hiç kimsenin beklemediği ve istemediği bir sonuç ortaya çıktı.

Bunu açıkça görmek ve o dönemden artık kurtulmak gerekiyor.

Geçmişle açık olarak yüzleşirsiniz ve geçmişi kapatırsınız.

Ondan kurtulursunuz.

Ancak bunu yapabildikten sonra gerçekten günün görevlerine eğilebilir, gerçekten geleceğe bakabilirsiniz.

Çok sayıda insanı anlamak mümkün: hayatlarının en önemli dönemi 1974-1980 arasındadır ve kendilerini yeniden üretememişlerdir.

Kendileri o geçmişte yaşadıkları gibi olabildiğince fazla sayıda kişiyi de oraya çekmeye çalışıyorlar.

Gerçekte ise, o dönemin üzerine kurulabilecek bir gelecek yoktur.

O geçmiş, hesaplaşması yapıldıktan sonra, terk edilmesi gereken bir geçmiştir.

Burada önemli bir soru akla gelir:

Aradan 30 yıl geçti, ama yapılamadı.

Neden?

Kendi geçmişimizi değerlendirmede neden bu kadar sorun yaşıyoruz?

Her sol içinden çıktığı topluma benzer.

Onun birçok özelliğini kendi yapısında yansıtır.

Türk toplumunun geçmişiyle sorunu vardır.

Değerlendirip, yüzleşip bir türlü kurtulamadığı bir geçmişi vardır ve aynı özellik sola da yansımıştır.

Geçmişle hesaplaşmanın bazı ülkelerin sol hareketlerinde fazla zorlanmadan yapılabilmesinin nedenleri üzerinde gelecek yazıda durmaya çalışacağım.