TOPLUMSAL HAFIZA Drucken
Geschrieben von: Erkiner   
Mittwoch, den 22. Juni 2011 um 22:15 Uhr

Engin ErkinerToplumun tümünü ilgilendiren yakın tarihle ilgili önemli bir konuda politik alanda alınan kararlar sadece başlangıçtır. Bu başlangıç, geçmişe yönelik değerlendirmeler konusunda yeni kapıların açılmasını sağlar. Bu açılım başlangıçta sadece teoriktir. Görünürde geçmişin farklı yönlerden daha ayrıntılı değerlendirilmesinin önünde herhangi bir engel yoktur. Yasal engeller kaldırılmıştır, ama büyük bir toplumsal direniş vardır. Bu direniş sessizdir, ama yaygındır. Açıkça konuşulmadığı zaman bile neredeyse her ailenin içinde vardır.

Yasal değişiklikler toplumsal hafızadaki derin yaraların açığa çıkması ve iyileşmesi için yetmez. Bunun için zaman ve karşılaştığı büyük direnişe rağmen gittikçe hakim olması gereken açıklık gereklidir.

Demokratik bir anayasa kapıyı açar ve çözümlenmesi gereken ne kadar fazla sorunun birikmiş olduğu o zaman daha açık olarak görülür.

Bu durumu, yakın tarihte önemli yeri olan bir olayın 70. yıldönümü temelinde incelemeye çalışalım.

22 Haziran 1941’de Nazi Almanya’sının orduları Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne (SSCB) karşı Barbarossa adı verilen büyük bir imha savaşına başladılar.

Her savaş kendi içinde imhayı ve değişik savaş suçlarını içerir. Her askerin Birleşmiş Milletler’in savaşla ilgili kurallarına uygun olarak davranması ve dahası bunun komuta kademesince tam olarak denetlenebilmesi beklenemez.

Barbarossa ise başından itibaren değişik bir özelliğe sahiptir: bu savaş, başından itibaren bir imha savaşı olarak tanımlanmıştır. Amaç, SSCB’de yaşayan çok sayıda Yahudi’nin yanı sıra bu ülkedeki rejimin yıkılması ve başlıca kadroların yok edilmesidir.

Bu nedenle esir alınan politik komiserlerin derhal öldürülmesi emri verilmiştir.

Burada söz konusu olan münferit bir savaş suçu değil, Barbarossa adlı imha operasyondaki temel anlayıştır.

Aynı anlayış çok sayıda köy ve kasabanın yakılmasında ve normal olarak esir alınması gereken insanların öldürülmesinde de kendisini gösterir.

Bunun tanınmış örneği Leningrad kuşatmasıdır.

Nazi ordusu kenti ele geçirebilecek durumda iken bunu yapmamış ve sert kış koşullarında kenti kuşatarak beklemiştir. Çok sayıda insanı esir almak yerine, ikmal yollarını keserek onların açlıktan ölmesini beklemiştir.

Barbarossa’nın kendisi büyük bir savaş suçudur.

Bu tarihte bizi asıl ilgilendiren, Alman toplumunun 1945 sonrasında bu suçla nasıl yüzleştiğidir.

Nazi Almanyası savaşı kaybetti ve kayıtsız şartsız teslim olmak zorunda kaldı.

Kızıl Ordu’nun işgal ettiği bölgede Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) kurulurken, ABD, İngiltere ve Fransa’nın işgali altında olan bölgede ise Federal Almanya Cumhuriyeti (FAC) kuruldu.

Nüfusun büyük bölümünü barındıran FAC’de Nazi savaş suçluları Nürnberg’de yargılanıp mahkum edildikleri halde, toplumun Nazi geçmişiyle yüzleşmesi yıllarca sürdü.

Yasal olarak herhangi bir engel söz konusu değildi. Tersine, Nazi dönemi, ağır suçların işlendiği bir dönem olarak tanımlanıyordu. Ne ki, bu suçların incelenmesinde belirli bir sınırın ötesine geçilmesini engelleyen güçlü bir toplumsal direniş vardı.

Uygun yasalar sadece yolu açar, o yolda ilerleyebilmek için ise, uzun ve zahmetli bir çaba gereklidir.

Alman toplumunun, politikacılarla birlikte, kendisini inandırdığı ilk açıklama şöyleydi:

İşlenen büyük tarihsel suçtan Hitler ve ekibi sorumludur.

Bu açıklama oldukça sorunluydu, zira Propaganda Bakanı Göbbels’in de belirttiği gibi, Naziler kitlesel bir harekettir. Önce iktidarı ele geçirip sonra kitleselleşmemişler, iktidar olmadan önce de kitleleri geniş oranda etkileyebilmişlerdi.

Almanya’da 1968 hareketi toplumun kendi geçmişiyle yüzleşmesinin yolunu pratikte de açar.

O günden bugüne geçen kırk yıl çetin siper savaşlarıyla doludur.

Önce birkaç cesur araştırmacı gerçeği ortaya koyar. Toplum tepki gösterir ya da en azından ilgilenmez görünür.

Gerçek zaman içinde sürekli işlenerek hakim duruma gelir.

Almanya’nın Nazi dönemiyle hesaplaşmasının sonlarına yaklaşılmış olmakla birlikte süreç hala tamamlanmamış durumdadır.

Son iki darbe Barbarossa Harekatı ve askerler konusunda geldi.

İlk soru: SSCB’ye yönelik imha savaşıyla yüzleşmek konusunda toplum neden bu kadar direnmiştir?

Barbarossa’ya 3,3 milyon asker ya da ordunun büyük bölümü katılmıştı. Başka bir deyişle, Nazi Almanya’sında hemen her evden Barbarossa’ya katılan bir asker vardı. Hemen her aile Barbarossa ile ilgiliydi.

Nazi tarihinin bu önemli bölümünün uzun süre kapalı kalması, konuyla ilgili yapılan araştırmaların hoşnutsuzlukla karşılanması, toplumsal hafızayla ilgilidir.

O dönemde yapılanlar bilinçaltına itilerek unutulmaya çalışılmış ve gerçeğin ortaya çıkmasını yasalar değil, direnen toplumsal hafıza engellemiştir.

Nazi ordusunun askerleriyle ilgili araştırmalar konusunda yaşanan büyük ilerlemeyi de yine öncelikle akıllı ve cesur araştırmacılara borçluyuz.

Yakın zamana kadar hakim anlayış, komuta kademesinin suçlu, askerlerin ise verilen emirleri yerine getirmenin ötesinde işlevinin olmadığı yolundaydı.

Müttefikler olarak da bilinen ABD, İngiltere ve Fransa ordularına esir düşen Nazi askerleriyle ilgili ifade protokollerinin incelenmesi gerçeğin hiç de böyle olmadığını gösterdi.

Esasen en alttaki askerin gönüllü ve yaratıcı olarak suça katılımı gerçekleşmediği sürece, yukarıdan verilen emrin etkisi sınırlı kalır.

Bu arada Nazi dönemindeki polisin de Barbarossa Harekatına katıldığı ortaya çıkarıldı.

Polis sadece iç güvenlikle ilgilenmemiş, özel polis birlikleri işgal edilen topraklardaki infazlara da katılmıştı.

Almanya’nın yakın tarihiyle ilgili gerçeklerin daha fazla ortaya çıkması eskisine göre çok daha az homurdanmayla karşılanıyor.

Nazi dönemindeki suçları işleyen insanlar ya çok yaşlandılar ya da artık yaşamıyorlar.

Yakın geçmişin araştırılmasının ve gerçeklerin ortaya serilmesinin önünde yasal engel bulunmamasına karşın, toplumsal hafızanın sergilediği pasif ama etkin direniş süreci yavaşlatmıştır.

Türkiye Nazi Almanya’sı değil, Kürdistan da SSCB değil…

Ek olarak başka farklılıklar da sayılabilir.

Ne ki, Türkiye’deki hemen her ailenin Kürdistan’da yapılanlarla şu veya bu oranda bağlantısı olmuştur. 

Toplu mezarların, faili meçhul cinayetlerin ve öteki suçların araştırılmasında tek engel yasalar ve bürokrasi değildir.

Bu engel ortadan kaldırılabilse bile, toplumsal hafızanın güçlü direnişiyle karşılaşılacaktır.

Silahlar sustuğu zaman bile sağlam temellere dayanan gerçek bir barışa ulaşılması için alınması gereken uzun bir yol bulunuyor.

Bu konuda, en azından başlangıçta, Türk sol entelektüellerine (aydınlar önemlidir ama donanımları bu aşamanın gereklerine uygun düzeyde değildir) önemli sorumluluk düşüyor.