TÜRK OLMAK ŞART MI? Drucken
Geschrieben von: Erkiner   
Montag, den 18. März 2013 um 17:24 Uhr

Engin Erkiner: Çözüm süreciyle birlikte ırkçılık da ilerliyor ve gittikçe daha açık biçimlere bürünüyor.

Bunun bir bölümü bilinçli ırkçılıktır, önemli bir bölümü ise bilinçli değildir.

İnsanlar çocukluklarından beri ırkçı içerikte eğitim görmüşler, medyada ve toplumun değişik kesimlerinde ırkçılığı normal gören mesajlar ve davranışlarla karşılaşmışlardır. Türk ırkçılığı bir çeşit toplumsal norm haline gelmiş ve bilinçsiz olarak içselleştirilmiştir. İçselleştirmek, başka türlüsünü düşünememek anlamına gelir. Farklı düşünebilmek ancak içselleştirilmiş normların ciddi olarak sorgulanmasıyla mümkündür. Bu süreçte kişi sadece çevresiyle değil, kendisiyle de çatışır. Kişinin yıllardan beri inandıklarına, içselleştirdiklerine karşı çıkması, onları değiştirmeye çalışması kolay iş değildir. Verilen ani bir kararla gerçekleşmez, uzun süreci gerektirir.

Kendini Türk olarak hissetmek, bunu sürekli vurgulamak ve Türk’ün üstün bir ırk olması çok sayıda Türk için vazgeçilmezdir ve doğal olarak görülür. Üstün Türk olmak içselleştirilmiştir de denilebilir. Başka türlüsü düşünülemez ya da başka bir deyişle başka türlüsünü düşünmeye ne gerek vardır?

Çok sayıda kişinin hazırlanan yeni Anayasa’dan Türk kelimesinin çıkarılmasına itiraz etmesi daha doğrusu bunu anlayamaması bu nedenledir.

Çok değerli bir özelliklerini kaybettiklerini düşünüyorlar…

İsteyen kendisini Türk olarak hissedebilir. Konu bu kadarla sınırlı kalsaydı, kimsenin diyeceği olmazdı.

Tipik Türk’ün klasik özelliklerinden bir tanesi, kendi kimliğini başkasına dayatmasıdır.

Bu ülkede yaşayan herkes kendisini Türk olarak tanımlamak zorundadır, diye düşünür.

Neden, çünkü Türk kelimesi belirli bir etnisiteyi tarif etmez imiş…

Herkes bu tanımı neden kabul etmek zorunda olsun?

Birlikte yaşamak isteyen herkes kendisini uygun bir isimle özdeşleştirebilir.

Bu ülkenin vatandaşı olan da kendisini ister Türk, ister Kürt, isterse başka bir halktan görebilir.

Burada asıl sorun tipik Türk’ün kendisi hakkındaki inancıyla dünyadaki gerçek durumu arasındaki farklılıktan geliyor.

Tipik Türk kendisini üstün görür ve her fırsatta da bu üstünlüğünü tekrarlar.

Zayıflık buradan başlar denilebilir.

Üstün olan, bunun bilincinde olan, bu üstünlüğü sık sık belirtmek gereği duymaz.

Sık sık üstün olduğunu belirten, zayıflığının yarattığı baskı altında bunu yapmaktadır.

Bu baskı, her olaydan üstünlük çıkarmayı gerektirir.

Örneğin, Galatasaray’ın Schalke 04’ü elemesi, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne layık bir ülke olduğunu göstermiştir, denilir.

Ne ilgisi var, derseniz, ilgisi bulunmuyor ama bir bölüm insanın içinden böyle söylemek geliyor.

Her fırsatta üstünlüğünü abartarak göstermesi gerekiyor.

Bir insanın belirli bir halktan olmakla öğünmesi yanlıştır ve insanı yüceltmez, tersine düşürür.

Hiçbir insan bilerek ve isteyerek belirli bir halktan olmamıştır.

Bu satırların yazarı Türktür ama kimse ona doğarken Türk olarak mı doğmak istersin diye sormamıştır. Başka bir yerde de doğabilirdi ama burada doğmuştur.

Benzer bir durum herkes için geçerlidir.

Şu veya bu halkın bir ferdi olarak doğmak kimsenin kendi tercihi değildir. Dolayısıyla insanın milliyetiyle öğünmesi ya da yerinmesi doğru değildir.

İnsan bir şeylerle öğünecekse eğer, kendi yaptıklarıyla öğünmelidir.

Kendisinin hiçbir işlevinin bulunmadığı milliyetiyle öğünmek yerine, hayatı boyunca yaptıklarıyla öğünmelidir.

Yaptıkları kendi eseridir, milliyeti ise kendi eseri değildir.

Kendinizi doğuştan üstün hissetmeye alışırsanız, hayatınız boyunca kendiniz, halkınız ve insanlık için bir şeyler yapmanıza da gerek kalmaz.

Siz zaten doğuştan üstünsünüz, dolayısıyla yaptıklarınızla bu aşamaya ulaşmanıza hiç gerek yoktur.

Burada önemli bir sorun ortaya çıkar:

Yıllarca üstün olduğuna inandırılan Türk, dünyaya şöyle bir baktığında hiç de kendisine öğretilene uygun bir manzarayla karşılaşmaz. Bugüne ait öğünülebilecek pek az şey bulunca da iki yola sapar:

Birincisi; yüzyıllar öncesinin parlak dönemlerini –onlara da eklemeler yaparak- bugün de yaşamaya çalışmaktır.

İkincisi ise, başkalarını küçük görerek üstünlüğünü kendine kanıtlamaktır.

Açıkça savunulmaya başlanılan “Kürtler ulus değildir” ve “Kürtçe basit bir dildir” saptamalarını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.

Üstün olduğunu sürekli hissetmek, daha aşağıda olanın varlığını gerektirir.

Bir bölüm Türk için bu daha aşağıda olanlar Kürtlerdir.

Kürtlerin daha aşağıda olmasına Türklerin kendi gelişmişliklerine inanmaları için ihtiyaç vardır.

Kürtlerin aşağılanması hem de eğitimli bir bölüm Türk tarafından bugün eskisinden daha açık olarak ifade ediliyorsa eğer, bunun nedeni üstünlük duygusunun tehlikeye düşmesidir.

Çözüm, gerçekleşirse eğer, en acil olanı çözecek…

Bunun dışında eşitler olarak bir arada yaşamak için alınması gereken uzun bir yol var…

İnsanlara Türk olmakla değil de  -varsa eğer- yaptıklarıyla öğünmeleri gerektiğini anlatmak epeyce zaman alacak…

 

Zuletzt aktualisiert am Montag, den 18. März 2013 um 17:25 Uhr